1 Ocak 2011 Cumartesi

Mahalle baskısı

2011 yılbaşı olsa gerek...

Sevdicekle beraber içmeyi seviyoruz ama Ayvalık'ta pek fazla mekanlara gidesimiz olmuyor. Gidersek de zaten sahipleri veya çalışanları ile arkadaş olduğumuz mekanlara gidiyoruz. Neyse, işte bu sefer değişiklik yapıp yılbaşını dışarda kutlayalım dedik. Sahiplerini sevdiğimiz bir mekana gittik, burada yaşayan 7-8 arkadaş daha da var ortamda, belli ki güzel vakit geçireceğiz.

Ellerine sağlık, çok güzel yemekler yapmışlar afiyetle yedik, keyfimiz gıcır, biraz sarhoş da olmaya başlayınca sevdicekle arada birbirimize minik buseler konduruyoruz, sarmaş dolaş eğleşiyoruz. Beraber masada oturduğumuz herkesi tanıyorum, hepsi ayrı ayrı sevdiğim insanlar ama ortamda daha çok bir iş yemeği ya da Münir Nurettin Selçuk konseri havası var. Bir rahatsızlık hissediyorum ama kafam alkolden çok güzel olduğu için aldırmamaya çalışıyorum... Arada arkadaşlarımdan bir tanesi hafiften taşlayan bir ses tonuyla, "Sizin eviniz yok mu? Evinize gitsenize" dedi. İçimden "Yahu, zaten bu kasaba hayatının ipe sapa gelmez mahalle baskısından bunalmışız, şurada yılbaşı akşamı, birbirine aşık iki insan üstelik sarhoş ve kendilerini arkadaşlarının yanında rahat hissediyorlar. Yılbaşında bile rahat yok sanırım" diye geçirerek düşüncemi tuttum kılcal damarlarımın arasında ve döndüm arkadaşıma gülümseyerek "Sizin eviniz yok mu? Gidin evinizde kös kös oturun!" dedim. Sonra sevdicekle hem müzikten, hem sigara içememekten sıkıldık arka tarafta ayrı bir bölümde olan tuvaletin oraya gittik içkilerimizi de alarak, rahat rahat istediğimiz gibi eğlenmeye başladık. Konu konuyu açtı, gevezeliğimiz üzerimizde sürekli gülüyoruz... O sırada Zeki geldi. İlginç bir insandır, kendi kendine bir sürü müzik aleti çalmayı öğrenmiş zamanında. Ud, ney, tambur, binbir türlü marifet... Yanında da udu vardı, başladı çalmaya, sesi de pek güzel... Bildiğimiz kadarıyla eşlik ettik neşeyle. Bir süre sonra mekanda sıkılan herkes doldu yanımıza, doyasıya eğlendik mekan içinde açtığımız yeni mekanda...

Sonra birara içeri girdik. Ama aşk dediğin şey zaman mekan tanımıyor ki... Mekan sahibi arkadaşım geldi yanımıza. Dünya tatlısı bir kadın. Ama yüzünden bir problem olduğu anlaşılıyor. "Yuri, biraz rahat dursanız olur mu? Karşı masada defterdar var, rahatsız oluyor" dedi... Düştüğü zor durumu anladığım  ve "Şimdi bu gıcık adam, saçma bahaneler ile mekana zorluk çıkartır" diye düşündüğüm için kırmak istemedim kendisini. İçimden "Ne alaka? Defterdar ise kendi defterini dürsün. Ona ne? İnsanlara karışma hakkını nereden alıyor? Robot muyuz biz? Hasta ederler insanı bu ülkede" diye geçti fakat arıza çıkarmamak için bir şey demedim. Arkadaşım yanımdan uzaklaştığında,  defterdarın duyabileceği bir ses düzeyinde "Aaaaaa, devlet öpüşmeye de mi vergi koymuş? Yakında bunlar bizi düdükleyerek tahsilat yapmaya da kalkar" diye dökülüverdi sözler dudaklarımdan. "Sağolasın, sen bizi güldürdün, Allah da seni güldürsün" diye düşünerek gülümsedim defterdara...