15 Nisan 2000 Cumartesi

Çinli misyoner, agresif ağır abi ve müslüman mahallesinde salyangoz satmak

2000'lerin başlarında bir yıl, yaz ayları...

Sabahın körü İnci ile Antalya Otogarı'nda indik, alelacele simit ve çay ile kahvaltı yapıp, çakma Olimpos minibüslerine binip tekrar yola koyulduk. Sulak yerde büyümem vasıtasıyla hiçbir yere sığamadığım için boş bulduğumda hiç kaçırmadığım arka sıranın en sağ koltuğuna kuruldum. İnci yanımda, hemen onun yanında da yüz hatlarından Asyalı olduğunu tahmin ettiğim bir erkek turist. Tatile geldik neşeliyiz, havadan sudan sohbet ede ede gidiyoruz. Bir ara, turist kişi, çantasından bir sürü kitap çıkarttı. İncil'miş. Minibüsün içindeki yolculara teker teker dilinin döndüğünce Türkçe olarak hristiyanlığı da anlatarak birer İncil uzatmaya başladı... En önde oturan orta yaşlarda bir adam da geriye dönüp, Asyalı kişiyi bir anlamda göz hapsine aldı ve sert sert süzmeye başladı. Ben arada hayretle merak ederek turistle konuşuyorum. Çinli imiş, önce hristiyan olmuş sonra Türkiye'ye gelmiş ve aynı minibüsteyiz, İncil dağıtıyor. Çinli'nin Türkçesi neredeyse mükemmel, hafif aksanı olmasa ve Asyalı yüz hatlarını görmeseniz ayırt etmek mümkün değil... Bu sırada öndeki rahatsız olan adam, kendi kendine söylenmeye başladı. "Adama bak be, nerede olduğunun farkında değil, gelmiş bize hristiyan propagandası yapıyor. Burası Türkiye!"... Kafayı yemek üzereyim, bir yandan "ya şurda bir tatile geldik şansa bak" diye hayıflanıyorum, diğer yandan bu saçma tartışma bitsin istiyorum. İkilimiz artık birbirlerini muhattap almaya başladı, Çinli sakince konuşuyor ama öndeki adamın tansiyonu gittikçe çıkıyor. En sonunda öndeki adamın ten rengi kızıla doğru çalmaya başladı ve patladı. Şöförü çekiştirerek minibüsü durdurdu ve Çinli'ye "Müslüman mahallesinde salyangoz mu satıyorsun ulan!" diye bağırarak Çinli'yi dışarı atmak istedi ve diğer yolcuları da fikrine ikna etmeye çalıştı. İnci ile ben de diğer yolcuların bir kaçını ikna ettik, beraberce agresif ağır abiyi sakinleştirmek için "gel bir hava alalım" diye aşağı indirdik. Minibüsten su bulup verdik, biraz konuşmaya çalıştık ama nafile, adamın öfkesi dinmiyor. Adam biraz sakinleşince ona dedim ki "Yahu dedim. Kolay mı? Sen önce kalk Hristiyan ol. Sonra kalk gel Türkiye'ye, Türkçe öğren. Sonra bir de misyoner ol. Kolaysa, sen git Çin'e, Çince öğren ve Çince Kuran dağıt!". Adam ne demek istediğimi pek anlamadı ama öfkesi biraz dindi. Tekrar minibüse bindik... Dayanamadım ve Çinli'ye dönüp, "Hani enternasyonel?" diyerek gülümsedim...

8 Nisan 2000 Cumartesi

Gökten gelen ateş

2005-2006 civarı

Dört kafadar İstanbul'dan Ayvalık'a dönüyoruz, hava kararalı bayağı bi olmuş... Arabayı kullanan arkadaşımız Alp, bi tek o ayık ama onun ayıklığı zaten sarhoş gibi. Diğer üçümüz ise körkütük sarhoşuz. Gırla muhabbetin ardından bünyeler yorulmuş, herkes hafiften kaykılmış, uyku ile uyanıklık arası bir haldeyiz... "Yol bitse de varsak bi dinlensek" diyoruz.

Edremit arkada kaldı, sanırım Burhaniye yakınlarında bi yerde, Alp'in yanında sağda Yavuz var elini kaldırdı, yukarı göstererek şaşkınlıkla sadece "a-aaaaa" diyebildi. Bu sırada, yine sağda arkada oturan İnci, hafif eğilerek camdan baktı ve "a-aaaaa" diyerek aynı şaşkın ifade ile kalakaldı. Sanki hipnoz olmuşlar, bizi duymuyorlar. Alp ile "noluyor yahu?" diyoruz ama her ikisinden de cevap yok resmen kilitlendiler kafalarını geriye çevirip çevirip duruyorlar. Neyse biraz sakinleştiler. Yavuz "me-me meteor" diyebildi. Biraz kendini topladı ve "5-10 metre yanımıza meteor düştü" diye ekledi. İnci de onayladı. Sonra "Nereye düştü? Ne meteor mu?" derken bikaç kilometre ilerlemişizdir. Bir süre tartıştık, dalga geçtik, sonra da Alp ile "hadi len" dedik. Eve vardık hala ikna etmeye çalışıyorlar, saçmalığa bak... Daha önce herkes birbirini defalarca keklemiş olduğundan inanmadık, hem körkütük sarhoşluk da cabası...

İki gün geçti, gazete okuyorum. Alp'i yanıma çağırdım, gastedeki küçük bir haberi gösterdim. O gün, tam bizim olduğumuz yerde, o saatte düşen meteorun haberi. Hatta yol kenarındaki tarlanın sahibi, meteor kalıntılarını bir üniversiteye 10 bin dolara satmış, Alp ile "tüh!" dedik.

Durumun benim için bir iyi, bir kötü tarafı var. Kötüsü şu ki, ben özellikle yaz aylarında meteor yağmurlarını seyretmeyi çok severim. Geceleri gözüm gökyüzünde, "bir yıldız kaysa da, o anı kaçırmasam" diye saatlerce boynum tutulana kadar bekler bekler dururum. Ama burnumuzun dibine düşen o meteoru kaçırdım. İyisi de şu, tamam eminim çok güzel bir görüntü ama, Yavuz ile İnci'nin muhtemelen 2-3 saniye içinde hayatları gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmiştir. Düşünsenize taa atmosfere girdiği andan itibaren tam üstünüze hızla ve büyüyerek gelen bir ateş topunu görüyorsunuz. İnsanın ömründen bir kaç ay gider be... Daha fenası tam arkamızda olan araba... Perspektif olarak en korkutucu sahneyi onlar yaşamıştır. Az daha dünya üzerinde otomobil ile seyahat ederken üzerlerine düşen meteor sonucu mefta olan 4 kafadar diye gazetelerde haber olacaktık.

Ama yine de çok üzüldüm. Dibime meteor düştü ve ben bunu göremedim.