1 Ocak 1980 Salı

Tabelalarla, şairlerle ve ideolojilerle ilk tanışma.

Yıl 1979-1980 civarı


Yaşım 6 filan. İlkokul bir henüz bitmiş. Teyzemin eşi astsubay, görev yeri Gemlik. Okullar tatil oldu, teyzemlere tatile gidecez, oh oh yeni keşifler diye sevinç içindeyim! Otobüste giderken tabelaları okumaya çalışıyorum, etrafı seyrediyorum. Otobüsün farları sağolsun, henüz gözler de zehir gibi; hiçbir şeyi kaçırmıyorum. Bir baktım bir tabela, “Gemliğe doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma! Orhan Veli”, 3 saniye sonra da otobüs tepeyi aştığı gibi aniden karşına çıkan deniz. O yaşımda “Vay be!” dedim, yüzüme bir gülümseme yapıştı. Gerçekten şaşırdım. Sonra meydanda indik, bir baktım başka bir tabela. Bu seferki yüzlerce ampül ile yazılmış, ışıl ışıl parlıyor. Üzerinde -o kadar yıl geçtikten sonra doğru hatırlayabiliyorsam- “Tasarruf, Türk Milleti'nin en önemli faziletlerindendir.” gibi bir şey yazıyor. Allah'tan ilkokulda Atatürkçülük öğretiliyor da, "fazilet" gibi bir kelimenin o yaşta manasını bilebiliyorsun. Okul duvarlarındaki panoları, hitabeleri filan kimse okumaz zannetmeyin. Ben meraklıydım, hem okur hem bilmediğim kelimeleri sora sora öğrenirdim. Ne demişler, "sora sora Bağdat bulunur" ve "Aşığa Bağdat sorulmaz"...

Neyse... Orhan Veli'ye şaşırmam bir şey değilmiş, dondum kaldım hem şaşkınım hem bacak kadar boyumla gülüyorum ve işaret parmağımla ışıl ışıl tabelayı gösteriyorum. İçimden "yahu kimse etrafına bakmıyor mu, tabelalarda ne yazdığını okumuyor mu?" diye geçiyor ama nafile.. Teyzem kolumdan çekiştirip neye gülüyor bu velet deyip götürüyor beni. Tabii yıllar sonra böyle büyük bir şairin, belediyenin açıp kapatmadığı çukura düşüp sonrasında bu yüzden ölmesini öğrenmek şaşırtmıyor beni, yeterince şaşırarak büyümekten...