1 Ağustos 2011 Pazartesi

Kimliğimi kaybettim hükümsüzdür.

2011, yaz sonu ya da sonbahar başları, gecenin bir körü

Sevdiceğim hastalandı, acile gittik beraber. Karnında acaip bi ağrı, duvarları yumrukluyor, dövünüyor ve canı çok yanıyor yüzünden belli. Ara sıra böbreği taş yapıyor, bu yüzden şehir şekebe suyunu kullanımıyor, aklıma hemen bu durum geliyor.. Ama hoş zaten su nerde, harika bir belediyemiz ve başkanımız var, yazın suyu bulan cennetlik... Su bulmak imkansız yaz oldu mu bizim evde sabah 7'de su kesilir gece 2 gibi gelirse gelir.." Bu yüzden olamaz, zaten hep sucudan satın alıyoruz mecburen, kireç ve klor içemeyeceğimize göre.." diye düşünüyorum. Sonra aklıma plajdan enfeksiyon kapma ihtimali geliyor... Eski adı  "Mis kokulu ada" anlamına gelen "Moshonisi"nin "Bok kokulu ada"ya dönüştüren taşan kanalizasyonları onarmak ya da değiştirmek hiç başkanın görevi olur mu? Hem biz Ayvalık'ta gayet ekolojik yaşıyoruz. Yazları 500 bin nüfusun dışkısı olduğu gibi denize veriliyor. Ayvalık'ın sanayisi ile övünüyor başkan ve kaymakam. Sanayi atıkları tabii buharlaştığı için biz de gönül rahatlığı ile yüzüyoruz işte o denizde... Arıtma tesisi mi? O ne yahu? Zaten arıtma tesisi yapan oldu mu da belediye başkanı başka partiden diye devlet sorun çıkartıyor. Kafam bulanıyor... Ama hak vermiyor da değilim, kolay mı koca başkan olmak! Başkan dediğin kişinin daha önemli işleri illaki vardır elbette... Başkan versin hoparlörlerden tüm Ayvalık'a, çevre belde ve köylerine İstiklal Marşı'nı, versin ramazanlarda iftar öncesi dini müzikleri, versin ezanı, versin ipe sapa gelmez anonsları. Yollar çukur içindeymiş, belediye esnaftan sadece 2 ay iş yapan avuç içi kadar yere onbinlerce işgaliye parası alıyormuş, bok içinde yüzüyormuşuz, koku almış yürümüş.... Sorun mu yahu bunlar? İki marş, üç anons yeter de artar insan olana, değil mi?...

Neyse hikaye karıştı, delilik dediğin böyle bişi işte... Taksi çağırdık, şöför tanıdık, "geçmiş olsun" dedi "ben sizi yetiştirim" diye ekledi ve sağolsun sarsmadan hızlı bi şekilde devlet hastanesine vardık. Yaz günü, yazlık yerde acilde tek doktor, acil ana baba günü... Sevdiceğimin canı çok yanıyor, benim de içim... Ama orası acil herkesin derdi acil demek ki... Yapacak bir şey yok bekleyeceğiz. Sonunda sıra geldi, Doktor" neyin var" dedi, sevdicek ağrıyan yeri gösterdi. Doktor "ne olabilir?" dedi, sevdiceğin canı bezmiş zaten hafiften sinirlenmeye başladı "ne bileyim ben, doktor sensin. ama yardımcı olacaksa ara ara taş yapıyor böbrek" dedi. Doktor "serum takıp, ağrı kesici iğne vurun" dedi. Sevdiceğin gözünü gördüm böyle uzaylı gibi ışıklar çıkacak nerdeyse, o derece delirdi. Benim nöronlar sinirlenmeye karşı biraz daha bağışıklı ama sevdicek henüz genç, tecrübe az tabii. "Nasıl yani? Tahlil yapmadan nerden biliyorsun hastalığımı? Ya başka bir şey varsa? Ya apandisitim patladıysa? Öldürecek misin beni?" diye kükredi sevdicek. Doktor kızdı, "çok biliyorsan gelme hastaneye" manasına gelen bişiler söyledi. Ortamı yatıştırmaya çalıştım, olay kavgaya varırsa sevdiceğin canı zaten yanıyor, süre geçiyor, kavganın acıya faydası yok...

Ortam yatıştı, doktor tahlile gönderdi ama sevdiceğin yürüyecek hali yok... Örneği aldım verdim tahlile bekliyoruz. Ama sevdicek acıdan ve sinirden dellendi, yanardağ gibi püskürmeye başladı yatıştırmanın mümkünü yok, haklı da... "Ya aklım almıyor, diyor. Nasıl doktor bu, süpermen mi tahlil yapmadan içimi mi görebiliyor? Aklıma hakim olamıyorum". Yatıştırmaya çalışıyorum ama kendi söylediğime ben de inanmıyorum ki... "Bak güzel sevgilim, diyorum. Şu an yaz, kalabalık, burda nüfüs en az on katına çıktı. Doktor nüfüsu ise aynı. Yapacak bir şey yok ki". "Banane yahu" dedi sevgili... "Bu insanlar buraya aniden sürpriz partiye mi geldi? Burası yazlık yer değil mi? Nüfüsun yaz aylarında on katına çıkacağı zaten önceden belli değil mi?" diye haykırdı, herkes bize bakıyor... Cevapları ben de biliyorum ve bunu sevdicekle değil, İskender ile konuşmak istiyorum, "ona buna horozlanıp, ha babam silahlanacağına, yaşatmaya harcasana kaynaklarını" diyecem ama bize düşen genelde nerde kaba saba insan varsa onlar oluyor..Laftan da pek anlamıyorlar doğrusu... Herkes bir ülkenin yöneticisi gibi kibar, karşısındakini dinleyen, sorununu anlayan ve çözen bir yaklaşımla gelmiyor ki!... İç geçiriyorum... Yapacak bişi yok elbette. Ama sevdiceği yatıştırmak da lazım ve diyorum ki : "Sevdicek, bak burası bir şey değil, sen bir de İstanbul'daki, doğudaki hastanelerin halini gör.". Hatta "halimize şükretmemiz lazım" diye eklemeyi düşünüyorum da içimdeki diğer ses "niye lan? derviş miyiz biz hep çile hep çile" diye susturuyor ilk iç sesimi. Ara ara öyle kendi kendime konuşup, susturuyorum kendimi mecburen, alıştım artık.. Başka türlü ağzımı ne zaman açsam bela geliveriyor tahmin edersiniz. Bir de başkasına hiç "lan" demem, bi tek kendime derim, yani tüm terbiyesizliğim sadece kendime...

Tahlil sonucu geliyor. Enfeksiyon çıkıyor sonuç. Sevdicek doktora sinirli sinirli bakıyor ama bişi demiyor, gözleri zaten anlatıyor durumu. Düşünsenize, yanlış ilaç yüzünden hem varolan hastalığı tedavi olmayacak, enfeksiyon ilerleyecek; hem gereksiz bir ilaç kullanıp vücuduna yabancı madde alacak; hem de acısı, tedavi olmadığı için kat kat artacak... "Neyse, şanslıymışız, ucuz atlattık" diye düşünüyorum.

Hastanede staj yapan erkek bir öğrenci ile arada muhabbet ediyoruz, sağolsun elinden geldiğince yardımcı oldu, iyi davrandı. Dışarıda sigara içerken sohbete devam ettik... "Akrabanız mı?" diye sordu. "Hayır, sevgilim" diye cevap verdim. "Alışık değiliz biz böyle şeylere" dedi. Hem evli olmamamıza, hem de aradaki yaş farkına şaşkınlığını anladım ama zaten canım sıkkın, hem de kendine benden başka "biz" diye hitap eden biriyle karşılaşmanın sevinciyle, karmakarışık duygularla kısa kestim ve kendisine olan saygısına saygısızlık yapmamak adına "Alışırsınız!" diyerek vedalaştım, taksi çağırdım. Arkadaş sağolsun sizi eve bırakırım diye teklif etti ama sohbetin uzayacağını hissettiğimden ve tüm yaşadıklarımızdan sonra didaktik olma gücünü kendimde bulamadığımdan kibarca reddedip taksiye atladık.

Eve vardık, cüzdanı çıkartıp ücreti ödedim. Sevdiceğin koluna girdim yavaş yavaş merdivenleri çıktık...Bir iki saat sonra cüzdanımın yerinde olmadığını farkettim. "Hay şu dikkatsizliğime ve dalgınlığıma!" diye içimden söylendim, ama yorgun olduğumu ve aramaya mecalim kalmadığını farkettim. "Sabah bulurum nasılolsa, burası küçük yer, bişi olmaz" diye düşündüm ve sevdiceğin acısı azalınca uykuya daldık...